Prof. Dr. Alpaslan CEYLAN
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Rektörü
Türk tasavvufunun öncülerinden Hz. Mevlâna, Belh’te başlayan mistik yolculuğunu Konya’da tamamlayıp Türkistan’dan Anadolu’ya akan bir ırmak gibi geçtiği her yeri yeşertmiş manevi bir önderdir. Bu ırmağın kolları arasında Sultan Veled, Yunus Emre, Âşık Paşa, Ahmed Eflâkî, Sâkıb Dede, Esrâr Dede, Şeyh Gâlib gibi sonradan adları Hz. Mevlâna ile özdeşleşecek eşsiz isimler vardır. Mevlâna, yüzyılları aşan insan sevgisini Mesnevî adlı eserinde ortaya koyup dil ve edebiyatın sarsılmaz gücüyle çağlar ötesine dokunabilmiş bilge bir şahsiyettir.
Dünyayı bir olgunlaşma yurdu olarak gören Mevlâna, insanın dünyaya tesadüfen gönderilmediğini, bu geçici yurtta bir an önce sıla-i rahim yani asla dönüş yapılmasının gerekliliğini savunur. Peki bu dönüş nasıl olacaktır? Tabii ki aşkla… Aşk duygusunu semâ adı verilen raksla birleştirip huşû dolu dönüşler sergileyen Mevlevi erenleri hem aşkla döne döne yanmayı hem de asıl yurda dönüş fikrini ilmek ilmek işlemişlerdir. 18. yüzyıl şairlerinden Esrâr Dede’nin “Gören sanır ki safâdan semâ’-ı râh ederim/Döner döner bakarım kûy-ı yâra âh ederim (Görenler yolda keyiften döndüğümü sanıyorlar, oysa ben dönüp dönüp geldiğim asıl yurda bakarak hüzünleniyorum)” diyerek vurguladığı “kûy-ı yâr”a dönüş, varlığını gerçek sevgili olan yüce Allah’ın varlığında eritip onun cemâlini görebilme arzusundan başka bir şey değildir.
Mevlâna’nın Mesnevî adlı ölümsüz eserinin ilk onsekiz beytinde ney metaforuyla sembolize ettiği hakiki âşık yahut insan-ı kâmil anlayışı, Mevlevilik neşvesinin esaslı anlatılarından biridir. Mevlevilik neşvesini gönüllere nakşedip insan sevgisinin dalga dalga yayılmasını sağlayan bu metafor, Anadolu’nun bir kültür ve irfan merkezi hâline gelmesi yolunda oldukça önemli katkılar sunmuştur. Kamışlıktan koparılıp vatanından ayrı bırakılan neyin içli feryadı Mevlâna şiirinde yanık nağmelerle yükselip dinleyen herkesi hüzne boğmuştur. Yüksek ateşli fırınlarda içi tamamen boşaltılıp yakılan kamış (ney), hüzün yüklü feryatlarını böylesi bir yanışa borçludur. İşte Mevlâna düşüncesinde insan-ı kâmil olma yolu da bu tür bir yanıştan geçmektedir. Bu yanışı ise ancak ilahi aşk sağlar. Allah yolunda samimi bir sevgiyle birlikte özünü mâsivânın her türlü kirinden arındırıp aşkla hemhâl olan kişiler, mükemmel insan olma kapısının da anahtarına ulaşmış demektir. Bu aşk ise yaratılanda Yaradan’ı görmekle mümkündür.
Mevlânâ’daki dinî-tasavvufî düşüncenin kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. “Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim ben. Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım ...” beytiyle bunu dile getirmiş, “Pergel gibiyim; bir ayağımla şeriat üstünde sağlamca durduğum halde öbür ayağımla yetmiş iki milleti dolaşıyorum” diyerek bir Müslüman olarak insanlığı kucaklayabildiğini belirtmiştir. Onun insan merkezli anlayışında dışlama asla yoktur. Kendisine “Mevlâna (efendimiz)” unvanını kazandıran sevgi anlayışı, Avrupa’da Rönesans ve Hümanizm gibi akımlara dahi ilham kaynağı olmuştur.
Mevlâna sürekli bir arayış içindedir. Elest meclisinden fani dünyaya düşen insanoğlunu Hz. Peygamber’in “Ölmeden evvel ölünüz” düsturuyla muhatap edip bir an önce asli vatanına kavuşturma anlayışı özünü Mevlâna’da bulur. Dünya ebedî sevgili olan yüce Allah’ı aramak için aracı bir mekândır. Kâinattaki her şey Tanrı’dan bir iz taşıdığına göre yaratılana bakıp Yaradan’ı görmek için kalp gözünün açık olması gerekir. Kalp ve gönül gözlerini açmak için koskoca bir hayat feda eden Hz. Mevlâna, dünyada hakiki sevgiliyi arayanların bunu eni sonu başarabileceğini “İster geri dursun ister acele etsin, arayan sonunda bulacaktır” diyerek dile getirir.
Günümüz insanının Hz. Mevlâna’yı anlaması demek, onun ölümsüz eserleri Mesnevî ve Dîvân-ı Kebîr’i günümüz şartları çerçevesinde okuyup anlamaktan geçer. Divan-ı Kebîr ve Mesnevî her devrin ilacı, her dönemin vazgeçilmez bilgi ve sezgi kaynağıdır. Yazıldığı günden bu yana tercüme ve şerhlere konu edilmiş, manalarını en ince ayrıntısına kadar anlamak için izahlar yapılmış, bir kelimesini dahi layıkıyla anlayabilmek için lügatler yazılmıştır. Ruhun şifaya kavuşması için gerekli her türlü malzemeyi içeren Mevlâna şiirleri hemen her dile çevrilerek farklı dil, din ve ırka mensup insanların kalbine girmeyi başarmıştır. O günden bugüne değişen bir şey yoktur. Mevlâna’yı layıkıyla anlayabilmek için onun öğütlerine kulak verilmeli, hikâyeler yoluyla verdiği mesajlar dikkate alınmalıdır.
Mesnevî’deki hikâyeler, dünya hayatının geçiciliğini, nefsin baş eğmeyen yapısını, insanın aciz bir kul oluşunu, kibir ve büyüklenmenin sahibini ne hallere düşüreceğini, öfke, açgözlülük ve hırsın telafisi mümkün olmayan zararları beraberinde getirdiğini anlatan çarpıcı örneklerle doludur. Mevlâna hazretleri hikâyelerinde aslan, kurt, tilki ve eşek gibi hayvanlar âleminden kahramanları; Gazneli Mahmud, Harezmşah, İmâdülmülk gibi Türk siyaset tarihine malolmuş zirve isimleri; padişah, dilenci, köylü, şehirli, sofu, ev hanımı gibi günlük hayattan şahısları; hırsız, eşkiya, cellat gibi kan dökücü tipleri aynı kültürel ortam içerisinde okuyucuyla buluşturmayı başarır. Genelde insanoğluna özelde Türk insanına verilmek istenen bu evrensel mesajlar, tahkiye üslubunun yardımıyla oldukça etkileyici manzaralar oluşturmuştur.