PROF. DR. ALPASLAN CEYLAN’IN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE ÇEVRE KRİZİNİN ROLÜ PANELİ’NDE YAPTIĞI KONUŞMA METNİ


  • 2024-11-11

Kıymetli katılımcılar,

“İklim Değişikliğinde Çevre Krizinin Rolü” Paneline hoş geldiniz. Panelin düzenlenmesine katkı sağlayan Azerbaycan Gençlerin Sosyal Ekonomik Kalkınmasının Teşvik Edilmesi Kamu Derneği ve Azerbaycan Gençler Fonu ile Üniversitemiz Mühendislik Fakültesine çok teşekkür ediyorum.

İklim değişikliği, boyutları ve uzun vadeli sonuçları itibariyle insan hayatını riske atan en önemli küresel sorunlardan biridir. Atmosferdeki sıcaklık artışıyla kendini gösteren iklim değişikliğinin en çok görülen etkileri; buzulların erimesi, okyanusların ısınması, deniz seviyesindeki yükselme, olağan dışı doğa olaylarındaki artış ve benzeri gelişmelerdir.

İklim değişikliğinin neredeyse tümüyle küresel ısınma kaynaklı olduğu söylenebilir. En genel anlamıyla küresel ısınma; “atmosfere salınan sera gazlarının artması nedeniyle dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının artmasıdır” şeklinde tanımlanabilir. Ne var ki son bir asırlık zaman diliminde yeryüzünde hava sıcaklığı olağanüstü bir artışla ortala 0,9 derece ısınmış; son yarım asırlık zaman diliminde ise sıcaklık artış hızı neredeyse iki katına çıkmıştır.

İklim değişikliğine sebep olan küresel ısınmanın temel sebeplerinden biri de insan eliyle yapılanlardır. Geçmiş yıllarda da iklim değişiklikleri olmuştur. Aslında ısınma ya da soğumaya bağlı farklı iklim değişiklikleri dünyanın yabancı olmadığı bir olgudur. Ancak son yüzyılda yaşanan iklim değişikliğini daha öncekilerden ayıran temel unsur, bu değişimin doğal döngü, süreçlerle değil insanın doğada yaptığı tahribatla gerçekleşiyor olmasıdır.

Sanayi Devrimiyle beraber meydana gelen hızlı nüfus artışı ve kentleşme, doğal kaynakların ölçüsüz kullanımı, karbonu emen ormanların yok edilmesi, oksijen kaynağı okyanuslardaki yaşam dengesinin kirletme ve avlanmalarla bozulması, zararlı gazların salınımı ve kimyasal üretimin artmasıyla çevresel bozulma da artmıştır. Sanayi Devrimi öncesi döneme göre ortalama sıcaklık yaklaşık 1 derecenin üzerine çıkmış ve bu sıcaklığın 2 dereceyi bulmasıyla iklim krizinden etkilenen insan sayısının 4 milyardan fazla olacağı tahmin edilmektedir.

İklim değişikliği her bölgede aynı oranda yaşanmadığı için her coğrafyada farklı etkileri olmaktadır. Yalnızca son yirmi yılda sellerden etkilenen insan sayısı 100 milyona yaklaşmıştır. Küresel ısınmadaki artışla bu rakamın daha da büyüyeceğine kuşku yoktur. Afetlerin can kayıplarının yanı sıra ekonomik bedelleri de vardır. Orta ve az gelirli ülkelerin afetlerin zararlarını karşılayacak bütçelerinin olmaması, toplumların daha da yoksullaşmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla mevcut veriler, iklime bağlı risklerin genel olarak teknolojik, ekonomik ve siyasi anlamda dezavantajlı toplumları daha fazla etkileyeceğini göstermektedir.

Küresel ısınmada en büyük suçlu, kuşkusuz Batı’nın kapitalist büyüme zihniyetinin sebep olduğu doğayı kirleten endüstriyel üretimdir. Sanayileşmenin hızlandırdığı ve küreselleşen dünya toplumlarının tüketim alışkanlıklarının körüklediği bu bozulma, doğaya ait kaynakların metalaşarak denetimsiz kullanımı ve tüketimi sonucu gerçekleşmiştir. Bu anlamda küresel ısınmada en büyük pay sahibi olan sanayileşmiş Batılı ülkeler gidişatı tersine çevirme konusunda çok az şey yaparken, iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarını fazlasıyla yaşayan veya yaşayacak olan gelişmemiş ülkeler ise çaresizlik ve biraz da kayıtsızlık arasına sıkışıp kalmış görünmektedir.

Her ne kadar iklim değişikliği konusunda gerekli adımlar yeterince atılmıyor olsa da en azından küresel ısınmanın uzun vadede insan hayatını ve gıda güvenliğini tehlikeye sokacağının anlaşılması, konunun küresel siyaset sahnesinde 1970lerden itibaren konuşulmaya başlanmasına sebep olmuştur.    Bilimsel verilerin küresel ısınma ile ilgili verilerinin dikkate alınmasıyla birlikte 1992 yılında İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kabul edilmiş ve sözleşme ile sera gazı emisyonlarının azaltılması konusunda ilk ciddi adımlar atılmıştır. Ancak takip eden yıllarda iklim değişikliğine yönelik iş birliğinin devletlerin egemenlik haklarını ve sanayileşme çabalarını sınırlayıcı bir tehdit olarak anlaşılması, istenilen başarıların elde edilmesine de engel olmuştur. Buna karşın iklim değişikliği konusunda 2000li yıllardan sonra da çeşitli adımlar atılmış ancak tedbirler konusunda istenilen seviyeye henüz ulaşılmış değildir.

Dünyanın ilahi bir dengesi vardır. Bu denge bozulduğu zaman çevre eninde sonunda intikamını alıyor. Çevrenin korunmasında bireyden devlete, toplumu oluşturan tüm kesimlere çeşitli sorumluluklar düşmektedir. Bireysel anlamda herkes, yaşadığı çevrenin korunmasıyla ilgili üzerine düşeni elbette yapmalıdır. Ancak bireysel çabaların yanında asıl olan, kurumsal ve siyasi önlemlerin alınmasıdır. Denizlerin, okyanusların ve ormanlık arazilerin korunması noktasında devletlerin, uluslararası aktörlerin ve kuruluşların önceliklerini kapital sermaye sahiplerini ya da tüketici taleplerini korumak yerine doğal döngüyü korumaya vermesi ve bu yönde etkili adımlar atması gerekmektedir.

 İklim değişikliğinde çevre krizinin rolü konusunda hem bilimsel araştırmalar yapmak hem de toplumun bu hususta bilinçlendirilmesi konusunda özellikle Üniversitelere düşen önemli sorumluluklar vardır. Çevrenin korunması konusuna Manas Üniversitesi olarak önem veriyoruz ve üzerimize düşenleri üniversite sorumluluğu kapsamında yerine getirmek gayretindeyiz. Bu panele ev sahipliği yaparak da hem Üniversitemizde hem de toplumda iklim değişikliğinde çevre krizinin rolü konusunda bir farkındalık oluşturulmasına katkı sağlamak arzusundayız. Panelin katılımcılarına verdikleri katkılardan dolayı teşekkür ediyorum. Panelin, Bişkek’imize Kırgızistan’ımıza ve dünyamıza faydalı sonuçlar vermesini ümit ediyorum.

    Sosyal medyada paylaşın