Prof. Dr. Alpaslan CEYLAN
Hoca Ahmed Yesevî, 12. yüzyılda Yesi (bugünkü Türkistan, Kazakistan) şehrinde yaşamış, Türk tasavvuf geleneğinin öncülerinden biridir. Onun önemi, yalnızca bir sûfî mutasavvıf olarak değil; aynı zamanda bir halk mürşidi, bir ahlâk öğreticisi ve bir dil ve kültür taşıyıcısı olarak da belirgindir. Arapça ve Farsçanın ilim dili olarak hüküm sürdüğü bir çağda Yesevî, hikmetlerini sade Türkçe ile kaleme alarak, İslam’ın özünü Türk halklarına onların ana diliyle ulaştırmıştır. Bu yönüyle hem inanç sisteminin hem de Türkçenin halk katında güçlenmesine vesile olmuştur.
Ahmed Yesevî’nin öğretisi, bireysel arınmayı toplumsal bir dönüşüm süreciyle birleştiren bir tasavvuf anlayışına dayanır. Onun düşüncesinde merkezî kavramlardan biri “nefs terbiyesi”dir. Hikmetlerinde sıkça vurgulanan bu öğreti, insanın kendi iç dünyasını tanıması ve nefsini ıslah etmesiyle başlar. Ona göre gerçek ilim, yalnızca bilgi değil; bilgeliğe (hikmete) ve ahlâka dönüşen ilimdir. Aşağıdaki beyitte bu anlayışı açıkça görebiliriz:
“İlim ile amel etmeyen,
Kendini bilmeyen insan;
Aklı olsa da ne fayda,
Yolda kalır her zaman.”
Yesevî’ye göre dinî ve ahlâkî olgunluk, şekilcilik ve taklit yoluyla değil; içtenlik, hizmet ve edep ile gerçekleşir. O, İslam’ı korku veya ceza üzerinden değil; sevgi, merhamet ve irfan diliyle anlatmayı tercih etmiş; bu yönüyle de sonraki yüzyıllarda Anadolu ve Balkanlar’da gelişen halk tasavvufunun öncüsü olmuştur. Hikmetlerinde tevazu ve nefs muhasebesi her zaman ön plandadır. Şöyle der:
“Kendini bilen kişi hikmet ile doludur,
Nefsine uyan ise boş kalır, şaşkındır.”
Yesevî’ye göre hakikate ulaşmanın yolu, kendini bilmekten geçer. Bu “kendini bilme”, yalnızca bireysel bir içe dönüş değil; aynı zamanda ilahi hakikatle buluşmayı sağlayan bir manevi yükseliştir. Hikmetlerin dilinde bu, sade ama derin anlamlarla ifade edilir:
“Allah adın zikredenin kalbi pak olur,
Nefsini bilen, Hakk’ı bilen dost olur.”
Ahmed Yesevî’nin hikmet anlayışı, sadece kendi çağında değil, kendisinden sonraki asırlarda da derin etkiler yaratmıştır. Anadolu’da Hacı Bektaş-ı Velî, Yunus Emre, Ahi Evran, Taptuk Emre ve Mevlânâ gibi büyük şahsiyetler, doğrudan ya da dolaylı olarak Yesevî yolunun izlerini taşır. Bu isimler, halkın diliyle konuşmuş, dinin özünü edep ve hizmet temelinde anlatmışlardır.
Orta Asya’da ise Ahmed Yesevî’nin etkisi, özellikle Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da çeşitli yollarla devam etmiştir. Türkistan’daki Yesevî Türbesi, Timurlular döneminde inşa edilmiş ve bugün UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndedir. Bu türbe hem tarihî hem manevi anlamda bir sembol olma niteliğini sürdürmektedir.
Kırgızistan’da Ahmed Yesevî’nin etkisi, özellikle bağımsızlık sonrası dönemde yeniden görünür hâle gelmiştir. 2006 yılında Kırgız Türkçesine yapılan Divân-ı Hikmet çevirisi, bu süreci hızlandıran önemli bir gelişme olmuştur. Bişkek, Oş, Celalabad ve Talas gibi şehirlerde Ahmed Yesevî’ye dair sempozyumlar, konferanslar ve akademik çalışmalar düzenlenmiştir. Bu çabalar sayesinde Yesevî'nin hikmetleri yeni kuşaklara ulaşmakta ve onların manevî dünyalarında karşılık bulmaktadır. Kırgızistan’da Ahmed Yesevî'nin ismini taşıyan okullar, kültür merkezleri ve araştırma birimleri bulunmaktadır.
Ahmed Yesevî’nin hikmetleri, sadece tarihî bir metin değil; bugün de insanlığa ahlâkî ve manevi bir çağrıdır. Bireysel çıkarların, hırsların ve nefsani arzuların öne çıktığı çağımızda, onun öğretileri insanı yeniden özüne döndürmeye çağırmaktadır:
“Nefsini bilen kişi hikmetle diridir,
Bilgisiz adam yolda kalır, hep delidir.”
Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinde toplum için bir düzen, birey için bir ahlâk ve gönül için bir rehberlik vardır. Onun dili, zihinlere değil doğrudan gönüllere hitap eder. Hikmet, bu yönüyle hem tebliğ hem de terbiye aracıdır.
Bugün Ahmed Yesevî’nin mirasını anlamak ve yaşatmak, yalnızca geçmişe dönük bir saygı değil; aynı zamanda geleceğe yönelik bir irfan ve medeniyet inşasıdır. Onun hikmetlerinde saklı olan değerler; insaniyet, adalet, merhamet ve tevazu gibi evrensel ölçüler, toplumların bir arada yaşama kültürünü yeniden inşa etmesine katkı sağlayabilir.
Ahmed Yesevî, Türk-İslam tarihinin yalnızca bir sûfîsi değil; bir ahlâk mühendisi, bir halk mürşidi ve bir kültür taşıyıcısıdır. Anadolu’dan Orta Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada iz bırakan bu büyük mürşidin hikmetleri, bugün de bizlere ışık tutmaya devam etmektedir. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, bu mirasın yaşadığı coğrafyada yer alan bir yükseköğretim kurumu olarak, yalnızca akademik bilgi üretimini değil; aynı zamanda kültürel ve manevi mirasın gelecek kuşaklara aktarımını da görev bilmektedir. Ahmed Yesevî’nin hikmet yolunu anlamak ve anlatmak, bu anlamda hem akademik hem de ahlâkî bir sorumluluktur.