Üniversitemiz ile Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği’nce düzenlenen “Karabağ’da 30 Yıllık Eko-terör” Kitap tanıtımı münasebetiyle gerçekleştirilen panele hoş geldiniz.
İngilizlerin hakimiyetine geçen Karabağ 1919 yılında Azerbaycan’a dahil edilmiştir. 1920 Mayıs ayında Rusların Karabağ’ı işgal etmesi sonucu Karabağ meselesi farklı bir boyut kazanmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Karabağ sorununun alevlendiği görülmektedir. Ermeniler, 1987 yılından itibaren Azerbaycan Türklerini Dağlık Karabağ bölgesinden çıkartmak üzere bölgeye düzenlenen saldırıları artırmıştır. Azerbaycan Türkü yol kesme, otobüs baskınları vb. şiddet eylemlerine maruz kalmış, Türkler Ermenistan’dan Azerbaycan’a göçe zorlanmıştır. Rus-Ermeni birlikleri tarafından işgal edilen Azeri topraklarından Türk nüfusu azaltılarak, Ermeni iskanı politikası uygulanmıştır. 1988-1994 yıllarında cereyan eden I. Karabağ Savaşı sırasında Hocalı kasabasının ulaşım yolları kesilerek, işgal altına alınmış, bölgede Türkler silahsızlandırılırken, Ermenilere askeri destek sağlanmıştır. Rus-Ermeni silahlı birlikleri, 1992 yılında Hocalı’da korkunç bir katliam gerçekleştirmiş, Azerbaycan’ın sivil yerleşim yerlerine saldırarak masum Azerbaycanlı kardeşlerimizi çoluk çocuk demeden vahşice katletmiştir. Bu katliamın ardından Azerbaycanlı kardeşlerimiz Karabağ ve çevresindeki yerleşim yerlerini hızlı bir şekilde boşaltmıştır. Bir milyon Azerbaycan Türkü işgal edilen topraklarından göç etmek zorunda kalmıştır.
Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki bu gergin atmosfer hiçbir zaman yerini sükûnete bırakmadı. Tarihler 2020 yılı temmuz ayını gösterirken Azerbaycan’ın Tovuz bölgesinden gelen, General Polad Haşimov’un şehadet haberi ülkede infiale sebep oldu. Haşimov’un şehadet haberi adeta 2. Karabağ Savaşı’nın fitilini ateşledi. Azerbaycan topraklarını işgale kalkışan Ermenistan için 2. Karabağ Savaşı deyim yerindeyse bir hüsranla sonuçlandı.
Literatüre “44 Günlük Savaş”, “Vatan Savaşı” gibi adlarla geçen 2. Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev’in kararlı ve cesur duruşu, “Ne oldu Paşinyan” çıkışı adeta bir darb-ı mesel olup dillere dolandı.
2. Karabağ Savaşı cereyan ederken vatandaşı olmaktan bir kez daha gurur duyduğum Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bütün kurumlarıyla birlikte kardeş Azerbaycan’ın yanında durduğunu dosta düşmana apaçık göstermiş ve siperde eli tetikte bekleyen Azerbaycan askerine umut olmuştur.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Azerbaycan topraklarına saldıran Ermenistan'ı bir kez daha kınıyorum” diyerek Türkiye’nin “Tüm imkânları ve tüm kalbiyle dost ve kardeş Azerbaycan'ın yanında olmayı sürdüreceğini” söylemesi sadece Azerbaycanlı soydaşlarımızın değil bizim de yüreğimizi kabartmıştır.
Türkiye’nin bu desteği Azerbaycan kamuoyunda sevinçle karşılanmış, “İki Devlet Tek Millet” sloganının taşıdığı mana tam olarak anlaşılabilmiştir diye düşünüyorum.
Ayrıca savaşın gidişatını doğrudan etkileyen “Bayraktar TB2 SİHA”ları da anmadan geçmemek lazım. Modern savaş paradigmalarını yerle bir eden Bayraktar TB2, tıpkı Ebabiller gibi Ermeni ağır zırhlılarını ve tanklarını hurda yığınına çevirmiş, savaşın seyrini Azerbaycan lehine değiştirmiştir.
Ermeniler, Türk yurdu Dağlık Karabağ’dan çekilirken bu kez de başka bir terör eyleminde bulunmuştur. Son zamanlarda kullanılmaya başlanan bu terör türü için “eko terör/çevresel terörizm” kavramı kullanılmaktadır. Ekoterör “ideolojik veya politik örgütsel amaçlara ulaşmak için çevrenin, terör ve savaş eylemleri yoluyla insanlar üzerinde korku yaratmak için kullanılması”dır ve savaşın ve terörün getirdiği pek çok sorunlardan biri olarak çevreye verilen zararları ifade etmektedir. Kinle beslenmiş ruhların insanlığa olan hırslarını doğadan almaya devam etmeleridir. İnsanlığa olan öfkesi ile yaptığı terör yetmezmiş gibi, tabiatı da yok edecek kadar kalplerin katılaşmasıdır.
Terörün tabiata, doğaya yapılan türü olan ekoterör, Türkiye’de Terör Örgütü PKK’nın silahlı eylemi yetersiz kaldığı zamanlarda ormanlarımızı yakarak sıkça başvurduğu yöntemlerdendir.
Ekoterörün en çok yaşandığı yerlerden biri de Karabağ’dır. Anlaşma sonucu işgal bölgelerinden çıkmak zorunda kalan Ermeniler, giderken boşalttıkları yerleri yakıp yıkmıştır. Bana kalmayan kimseye kalmasın düşüncesiyle son anda ormanları yakan bu zihniyet, aslında “Karabağ’ın onların olmadığını” kanıtlamaktadır. İşgal zamanı yerinden yurdundan kovulan hiçbir Türk ne evini yakmış ne de çevresini yıkmıştır. Çünkü vatan toprağıyla, ormanıyla, ağacıyla, eviyle de vatandır. Vatan sahipleri asla vatanlarına kıymazlar.
Ermenilerin Karabağ’da yaptıkları ekoterör sadece ormanları yakmakla sınırlı değildir. 2. Karabağ Savaşı öncesi, toprağa zarar vermek için işgalde olan su barajlarını kullanmışlardır. Sonbahar ve kış aylarında barajlardaki suları serbest bırakarak toprakların sular altında kalmasına, yolların yıkılmasına dolayısıyla da tarımın ciddi şekilde zarar görmesine sebep olmuşlardır. İlkbahar ve yaz aylarında suya ihtiyaç duyulduğunda ise barajı kapatarak ekilebilir toprakların kurumasına, yeşilliklerin zarar görmesine yol açmışlardır. Böylece toprağın biyolojik yapısını olumsuz yönde değiştirmişler, bereketli ve verimli toprakları kullanılamaz hale getirmişlerdir.
Ermeniler bunlarla da yetinmemişler patlayıcılar, evsel ve kimyasal atıkları nehirlere akıtarak suya dolayısıyla da toprağa zarar vermişlerdir. Kültürel ve tarihi abideleri yakıp tahrip etmişlerdir.
Bugün tanıtımı yapılan eser, ekoterörün tabiatı, kültürel ve tarihi abideleri nasıl yok ettiğini Karabağ örneğinde inceleyen önemli bir çalışmadır. Eser, dünyanın karşı karşıya kaldığı bu terör türünü incelemesi açısından önemli olduğu kadar, Türkün tabiatla ahlaki ilişkisini belirtmesi, küresel ekoterör konusunda bir farkındalık oluşturması açısından da önemlidir.
Eserin ortaya çıkmasında, tanıtılmasında katkısı olanlara teşekkür ediyorum. Okuyanı bol olsun.